Uçan arabalar, kaçan fırsatlar…

Türkiye’nin en eski pazarlama etkinliklerinden olan Pazarlama Zirvesi, geçtiğimiz çarşamba günü on beşinci kez toplandı. Konferansın bu yılki konusu “Oyunu değiştirmek”ti. Yani yaptığınız her ne ise, o işte oyunun kurallarını değiştiren aktör haline gelmenin yolları tartışıldı Zirve’de.

Bu yılki konuşmacılar arasında Forbes Dergisi tarafından 2014’ün en iyi pazarlama kitabı seçilen Tilt‘in yazarı, Kanada’da Ivey İşletme Okulu profesörü Niraj Dawar, Marty Neumeier, Rita Clifton, Whitney Johnson gibi isimler vardı. Başkanlığını Peter Fisk‘in yürüttüğü konferansla ilgili notlarımı her zaman olduğu gibi ilerleyen yazılarda da sizlerle paylaşacağım.

Bu yazıda ise Zirve’nin ilk günkü sunumları içinde düşündürücü ve ilham verici bir yeniliğe imza atan Stefan Klein‘den söz etmek istiyorum. Klein, Çekoslovakya’da doğmuş, halihazırda Slovakya vatandaşı bir akademisyen, araştırmacı, tasarımcı ve girişimci. Geçmişte Almanya’da Audi, VW, BMW gibi otomobil firmalarında proje yöneticisi olarak çalışan Klein, şimdilerde Slovakya’da Güzel Sanatlar ve Tasarım Akademisi’nde (AFAD) tasarım bölümü başkanı olarak kariyerini sürdürüyor.

İnsanoğlu’nun ulaşım için tekerleği icat etmesiyle günümüzün şehirleşme düzeyinde büyük altyapı sorunları ortaya çıktığını söyleyen Klein, karada yollar için ayırdığımız alanın yüzde üçe ulaştığını ve bunun daha fazla genişlemesinin çok da iyi olmayacağını savunuyor. Otomobilin yarattığı altyapı, trafik, zaman kaybı gibi sorunlara karşı Klein’in ürettiği çözüm ise uçan bir otomobil tasarlamak olmuş. Evet, uçan bir otomobil! Otomobil ve uçak gibi birbirinin tam tersi dinamiklere sahip iki aracı bir araya toplamak için “birleştirme” yerine “başkalaştırma” yolunu seçtiğini anlatan Klein bu konu üzerinde 25 yıl çalışmış.

Yaptığı “Aeromobil” tasarımının 3.0 aşamasına ulaşmasından sonra; yaklaşık 10 ay önce üretim için kolları sıvadıklarına değinen Klein, üretim aşamasında da araç üzerinde pek çok değişiklik yaptıklarını ve yapmaya da devam ettiklerini dile getiriyor.

Karbon fiber gövdeye sahip Aeromobil, kanatları kapalıyken büyükçe bir spor otomobil görünümüne sahip. Uçuşta ise bir hafif spor uçağını andırıyor. 150 beygirlik motoruyla 100 kilometre hızda 200 metrelik mesafede havalanabiliyor. İnişte ise yalnızca 50 metrelik mesafe yeterli. Navigasyon ve otomatik pilot sayesinde deneyimsiz bir pilotun dahi kolayca kullanabileceği bir hava aracı durumunda. Klein, iki yıl içinde Aeromobil’in seri üretimine başlayabileceklerini, fiyatının ise bir spor otomobille, bir hafif spor uçağı (LSA-Light Sport Aircraft) arasında olacağını söylüyor.

Klein’in hikayesinden üç önemli sonuç çıkartabiliriz. Birincisi, bir işte ciddi bir fark yaratacak kadar uzmanlaşmak için, yeterince sabırlı olmak ve zaman ayırmak gerekir. Malcolm Gladwell‘in on bin saat kuralı için verdiği örneklerde olduğu gibi Klein de hem otomotiv endüstrisinde hem de hava araçları üzerine fark yaratacak ölçüde uzmanlaşabilmek için sanırım ayrı ayrı onar bin saat harcamış durumda.

İkincisi, bir fikrin başarılı olabilmesi için kendi zamanını beklemesi gerekir. Radyo frekanslarıyla çalışacak bir telefon fikri ve teorisi 1900’lerin ilk çeyreğinde ortaya çıktı, ilk GSM telefon görüşmesi ise 1973’te gerçekleştirildi. GSM’in 1990’lardaki patlaması ise dijital teknolojinin ve işlemcilerin gelişmesiyle mümkün oldu. Tıpkı 1930’larda ortaya çıkan bilgisayarın bizim hayatımıza 1980’lerin sonunda girmesi gibi… Uçan otomobil fikrini mümkün kılan gelişmeleri ise üç ana başlık altında toplamak mümkün. Birincisi, çeliğe göre çok çok hafif ve çok daha dayanıklı olan karbon fiberin üretimde kullanılabilir hale gelmesi, beygir güçleri daha yüksek ve aynı zamanda daha hafif motorlar üretilebilmesi. Son olarak da dijital teknoloji, uydular ve internet sayesinde navigasyon olanaklarının artması.

Klein’in hikayesinden çıkartılacak üçüncü sonuç ise zenginleşmek için inovasyona, inovasyon için de geleceğe odaklanmak gerekliliği. Yani Türkiye’de yapıldığı gibi, emir komuta zinciriyle eski kuşak teknolojilerin peşinden koşmanın inovasyon ve zenginlik yaratamayacağı gerçeği. Geçmiş yazılarımızda Türkiye’de otomobil markası yaratma fikrinin önümüzdeki 30-40 yıl için yüksek katma değer yaratacak bir fikir olmadığını söylemiş, bunu saplantı haline getirmenin zaman ve kaynak kaybı olacağını savunmuştuk. Üstelik de bu odaklanmanın pek çok başka fırsatı kaçırmamıza neden olacağını da…

Klein’in neredeyse 25 yıla varan çalışması sonucunda Slovakya gibi aslında ciddi bir otomobil endüstrisine sahip olmayan bir ülkenin tek noktaya odaklanarak nasıl bir inovasyon yaratabildiğini, buradan da nasıl bir dünya markası çıkartma kapasitesine sahip olabildiğini hep birlikte görüyoruz.