Kazandıran, teknoloji değil insan

ABD Başkanı Barack Obama’nın kasım 2008’deki seçim zaferinden sonra, kendisini başarıya götüren kampanyanın bir analizini yapmış ve bu başarıda rol oynayan, pazarlama açısından önemli faktörleri beş başlık altında toplamıştık. Bunlardan ilki, seçmen ihtiyacının doğru teşhis edilmesi, ikincisi ihtiyacı karşılayan açık ve net bir teklif ortaya konması, üçüncüsü kampanyanın “ben” değil “sen” üslubuyla yürütülmesi, dördüncüsü gençlerin ağırlıkta olduğu bir gönüllü ordusunun harekete geçirilebilmesi, beşincisi ise internet ve iletişim teknolojilerinin çok iyi kullanılmasıydı. İşte bu başarılı kampanyanın arkasındaki en önemli isim olan David Plouffe önceki hafta (12 Mart 2010) Turkcell Akademi’nin konuğu olarak İstanbul’daydı.

Plouffe, Obama’nın kampanyasıyla ilgili detayları anlatırken aslında günümüzde başarılı pazarlama stratejilerinin arkasındaki unsurları da hatırlatmış oldu. Teknoloijinin olanaklarını en iyi kullanan pazarlamacılardan biri olarak anılan Plouffe’ın verdiği en önemli mesaj, aslında herşeyin temelinde “insan”ın yattığını tekrarlamasıydı. Yaptığımız her şeyin sonuçta insanlarla ilgili olduğunu vurgulayan Plouffe, “teknolojiyle ilgili taktikler sizi bir yere kadar taşır, önemli olan mesajı veren kişi ve mesajın kalitesidir” sözleriyle iletişim sürecinin iki ucunda da insan olduğunun unutulmaması gerektiğini anlattı. Eskisi gibi bir iki televizyon kanalıyla kitlelere ulaşılabilen günlerin geride kaldığını, buna karşılık teknolojinin insanlara ulaşmak için yine büyük olanaklar sunduğuna dikkat çeken Plouffe, bu sayede Obama’yı seçmenle yüzyüze getirdiklerini söylüyor. Ancak bu yüzyüze geliş, kampanyayı yürütenlere de önemli bir sorumluluk yüklüyor. Bu durumda insanların sorularına cevap vermeniz ve yalnız sizin söylemek istediklerinizi değil, onların tartışmak istediği konuları tartışmanız gerekiyor. Tabii insanları motive etmeniz, size ve birbirlerine güven duymalarını sağlamanız, birbirleriyle nasıl bağlantı kuracaklarını anlatmanız büyük önem taşıyor.

Plouffe’ın vurguladığı ikinci önemli nokta ise ‘tutarlılık’tı. İnternetten, e-postalarla, sosyal ağlarla veya telefon gibi mobil araçlarla insanlara ulaştırdığınız mesajların tutarlı, koordineli ve düzenli olması gerekiyor. Sanki sürekli aynı şeyi tekrarlıyormuş duygusuna kapılsanız da, internet reklamlarınızın, gönderdiğiniz e-postaların, sizin adınıza kapıyı çalan gönüllülerin aynı mesajı, aynı şekilde vermelerini sağlamanız güven yaratmanız için çok önemli. Plouffe, iki yıl boyunca hep aynı mesajı verdiklerini ısrarla vurguluyor. Söz mesaja gelmişken, burada kampanya ekibinin ve taraftarlarınızın sizinle ilgili net bir fikre sahip olmasının başarıda büyük rol oynadığının altını çizelim. Plouffe de bunun önemini “herkes tek bir cümlede bir kişinin veya kurumun neden başarılı olduğunu anlatamıyorsa başınız dertte demektir” sözleriyle anlatıyor. .

Partilerin de ürünler gibi belirli bir tüketici kitlesine sahip olduğunu, belirli bir yaş, eğitim, sosyo-ekonomik statüye sahip insanların belirli partilere oy verdiklerini söyleyen David Plouffe, “ancak bununla başarılı olmanız mümkün değil” diyor; “kazanmak için yeni bir tüketici kitlesi yaratmak zorundasınız…”

Eğer rakipleri McCain gibi mevcut seçmen kitlesine yönelik bir kampanyayla yetinselerdi, belki de kazanamayacaklarını söyleyen Plouffe, bunun yerine yeni insanlarla ilişkiye geçtiklerini, o zamana kadar siyasete hiç katılmamış insanları harekete geçirmek için çalıştıklarını vurguluyor. Bunun için de Obama’nın hiç bir zaman “Benim kampanyam” demediğini, “bizim kampanyamız” diyerek seçmenle arasında bir bağ kurduğunu ve sonuçta başarıyı yakaladığını ifade ediyor.

David Plouffe önümüzdeki yıllar için pazarlamacıların işinin hem kolay, hem de çok zor olduğunu düşünüyor. Teknoloji ilerledikçe insanlara ulaşmak daha da kolaylaşıyor, ama verdiğiniz mesajların da bir o kadar katılımcı olması gerekiyor. İnsanların siyaset dünyasıyla iş dünyasını çok da farklı görmediklerini söyleyen Plouffe’a göre insanların ilgilendiği konularda konuşursanız ve onların sorularını yanıtlarsanız, onlar da kendi arkadaşlarıyla sizin söylediklerinizi paylaşır. Bu da insanlarla aranızda güven duygusu yaratır.

Zaten amaç da bu güven duygusunu yaratabilmek değil mi?