Geçen yazımızda krizin neden olduğu trendlerden ve ortaya çıkan iş fikirlerinden söz etmiştik. Söz trendlerden açılınca, Harvard Business Review’in “Yeni Dünyada Strateji” başlıklı Temmuz-Ağustos sayısında yer alan bir makaleden söz etmeden geçemedim. Uluslararası danışmanlık kuruluşu McKinsey’in yöneticilerinden üç isim; Eric Beinhocker, Ian Davis ve Lenny Mendonca tarafından kaleme alınan “İzlemeniz Gereken 10 Trend” (The 10 Trends You Have to Watch) başlıklı makalede, kriz sonrası dünyanın kriz öncesiyle kesinlikle aynı olmadığına dikkat çekiliyor. Yazarların üzerinde durduğu başlıklar ise şunlar:
1) Doğal kaynaklarda zorlanma
2) Küreselleşme ateş altında
3) İş dünyasına olan güvenin azalması
4) Devletlerin rolündeki artış
5) Yönetim biliminde değişim
6) Tüketim örüntülerinde değişim
7) Asya’nın yükselişi
8) Sektörlerin yeniden şekillenmesi
9) Daha fazla inovasyon
10) Fiyat istikrarında soru işaretleri.
Dilerseniz her başlığın ne anlama geldiğini kısaca ele alalım…
1) Doğal kaynaklar: Kriz öncesinde yükselen emtia fiyatları, talep düşüşünün etkisiyle şimdilik geriledi. Ama gıdadan petrole, emtia arzında kısıtlar devam ediyor. Üretim kapasitesini artırmaya yönelik yatırımlar kriz nedeniyle ertelenirse, arzdaki yetersizlik daha da kötüye gidebilir. Ayrıca su kaynakları üzerinde de çok büyük baskı var. 2030’da dünya nüfusunun yüzde 85’i su talebinin arzı aştığı bölgelerde yaşayacak. Şirketlerin rekabet gücü açısından bakıldığında “kaynakların verimli kullanımı” çok önem kazanacak.
2) Küreselleşme: Ekonomik kriz küreselleşmeye olan tepkiyi artırdı. Ancak küresel ticarete kısıtlama getirmek, neden olabileceği yüksek maliyet nedeniyle pek kimsenin cesaret edebileceği bir iş değil. Ama finansal küreselleşme için “topun ağzında” demek çok yanlış değil. Krizin baş sorumlusu olarak görülen finansal sistemde sermaye hareketleri üzerinde kontrolün artması beklenen bir gelişme. Bu eğilim saydamlığa veya aşırı bir kontrole neden olabilir. Her iki duruma da hazırlıklı olmak gerekiyor.
3) Güven: Kriz iş dünyasına ve şirketlere olan güvenin azalmasına neden oldu. Bu durum marka değerinin düşmesine, müşteri kaybına, yetenekli insanların elde tutulmasında güçlüklere, ortaklarda güven kaybına neden olur ve sonuçta maliyetleri yükseltir. Stratejik zorunluluk kaybolan güveni yeniden kazanmaktır ve bunda en büyük görev liderlere düşer.
4) Devletçilik: Kriz nedeniyle devletlerin ekonomiye müdahalesi ister istemez arttı. Bundan önceki krizlerde olduğu gibi devletin rolünde bu sefer de kalıcı değişimler yaşanması çok büyük olasılık. Şirketler daha kontrollü rejimler altında rekabete hazırlanmalı ve artan kamu harcamaları nedeniyle kamudan iş almaya hazır olmalı.
5) Yönetim bilimi: Matematiksel modellerin hakimiyeti altına giren yönetim bilimi kriz nedeniyle hayli itibar kaybetti. Yönetim biliminden vazgeçilmesi elbette söz konusu değil. Ancak insan davranışına dayanan daha gerçekçi modellerin ortaya çıkartılması gerekiyor. Davranışsal iktisat ve gerçek verinin değeri artacak.
6) Tüketim: Kriz ve yaşlanan nüfus, batının özellikle de ABD’nin eski tüketim düzeyine ulaşması olasılığını azaltıyor. Önümüzde iki alternatif var. Ya Çin ve Hindistan gibi Asya ekonomileri tüketimin yeni motoru olacak, ya da tüketimde çok kutuplu bir dünya ortaya çıkacak. Asya’da tasarruf eğilimi sürer ve beklenen tüketim patlaması olmazsa, şirketlerin önünde birkaç alternatif var; 1- Küresel tüketim yavaş büyüyecek ve rekabet kızışacak hazırlıklı olun, 2- Yatırımlarınızı Asya ve Hindistan gibi ülkelere kaydırın, 3- Daha yaşlı müşterilere odaklanın.
7) Asya: Çin ve Hindistan gibi Asya ülkeleri yüksek emek üretkenliği ve büyük sermaye birikimleriyle kriz ortamında da büyümeyi başardılar. Bu eğilim sürecek gibi görünüyor. Kentlerden kırlara doğru genişleyen sermaye ve tüketim Asya’daki büyümeyi sürdürecek. Ancak batılı üreticiler, Asya orta sınıfının tercihleri konusunda epey deneyim kazanan Haier, Chery ve Tata giib dev şirketlerle rekabette zorlanabilirler.
8) Sektörler: Bundan önceki durgunluk dönemlerinde sektör liderlerinin üçte biri, krizi avantaja çevirmeyi başaran rakipleri tarafından alaşağı edilmişti. Bu krizde de bu durumun tekrarlanması büyük olasılık. Yöneticiler krizin ortaya çıkarttığı fırsatları değerlendirerek sektörün geleceğini nasıl şekillendirebilecekleri konusunda kafa yormalılar.
9) İnovasyon: Kriz Ar-Ge yatırımlarına darbe vursa da bilgi teknolojisi, biyoteknoloji, nanoteknoloji, temiz enerji gibi alanlarda inovasyonların hızı ve sayısı azalmıyor. Araştırmalar, ekonomik durgunlukta Ar-Ge yatırımlarını görece artıran şirketlerin büyük bölümünün büyüme dönemlerinde rakiplerine nal toplattığını gösteriyor.
10) Fiyat istikrarı: Önümüzdeki dönemde enflasyon veya deflasyonla fiyat istikrarının tehlikeye gireceğine kesin gözüyle bakılıyor. Şirketler bu istikrarsızlıkla başa çıkmayı öğrenmek zorunda. Enflasyon yükselirken uzun vadeli ve sabit fiyatlı sözleşmelerden kaçınmak, deflasyonist ortamda ise tem tersini yapmak gerekiyor.
Bu arada, özetini verdiğim makalenin tam çevirisini Capital Dergisi’nin yayınladığını da not olarak belirtelim…