Bizi bekleyen gelecek-1

Bugün yılın sondan bir önceki günü. Pek çok kişi gibi, ben de haftanın son iş günü olan cumayı severim. Önünüzde iki günlük bir tatil vardır. Hafta sonu tatillerinde, ben de pek çok kişi gibi genellikle işle ilgiil bir şeyler yapıyor olsam da, yine de işin rutin kısmından azade olmanın rahatlığıyla hareket ederim. Daha da önemlisi, iki günlük hafta sonu duraksaması, önümdeki haftayla igili plan yapma, yapacağım işleri gözden geçirme, yeni projeler ve fikirler üstüne düşünme fırsatı verir bana.

Yılın son günleri de -iş rutininden kopamasam da- yıl içinde yaşadığım 52 hafta sonu gibi, önümdeki yeni dönemle; bu kez yeni bir yılla ilgili planlar, programlar, fikirlerle ilgili düşündüğüm bir dönemdir. Geçmiş yılın muhasebesinin yapıldığı, yeni yıldan beklentilerin topluca tartışıldığı bugünlerde, ben de bu vesileyle gelecekle ilgili fikir alıştırmalarını yararlı buluyorum.

Bence düşünmemiz gereken birinci soru, önümüzdeki yıl, hayatımızda neler daha çok olacak? Yani biz nelerle daha çok mücadele edeceğiz veya neler bize daha fazla fırsat sunacak?

İkinci soru ise ne yapmalıyız? Neyi daha iyi yapmalıyız? Neyi daha fazla yapmalıyız?

Bu iki grup soru için aklıma gelen cevapları bir düzine başlık altında topladım. Bu başlıkların yarısı ilk gruptaki sorulara karşılık geliyor, yarısı da ikinci gruptakilere. İlk gruptakiler, yani hayatımızda nelerin daha fazla olacağı konusunda hem olumlu hem de olumsuz yanıtlar var. Ama olumlu gibi görünen gelişmelerin, bizim için ciddi tehlikeler barındırabileceğini, tehlike olarak gördüğümüz gelişmelerin de bizim için ciddi fırsatlar sunabileceğini hiç bir zaman aklımızdan çıkarmayalım.

Herkese daha çok risk

Risk, çağımızın en karmaşık kavramlarından biri. Tanımı üzerinde bile uzun tartışmalar yapılabilir. Ancak şu gerçek ki, üretim sisteminin parçalanması ve esnekleşmesi, hem girişimcileri, hem de çalışanları daha fazla risk almaya zorluyor. Eski üretim düzeninde yalnızca girişimcinin üzerinde olan riskler, şu anda neredeyse toplumun tamamına yayılmış durumda. Eskiden “kar”, riskin karşılığı olarak görülürken günümüzün ekonomik yapısında “ücret” dahi riskin karşılığı haline geldi. Ayrıca eskiden sermayenin bir getirisi olarak görülen ve risk olgusuyla pek de bağlantısı olmayan faiz bile, içinde yaşadığımız kriz döneminde risklerden nasibini alıyor. Zira getiri elde etmek için başkalarına “kiralanan” sermayenin geri dönüp dönmeyeceği de artık beirsiz. Günümüzün post modern toplumunu inceleyen bazı sosyologların “Zenginliğin toplumsal üretimiyle, risklerin toplumsal üretimi sistematik biçimde el ele gider” tespitini yapması pek de boşuna değil. Kötü haber, ama gelecek hepimizi, yalnızca asgari koşullarda yaşayabilmek için bile daha fazla risk almaya zorlayacak.

Daha çok teknoloji

Evet, bu kimseyi şaşırtmayacak bir gelişme. Ama eskiden herkes teknoloji geliştikçe insanların daha az çalışacağını, refahın daha da artacağını, insanların teknoloji sayesinde daha rahat edeceğini düşünürdü. Oysa gelişmeler tam tersini gösteriyor. Teknoloji geliştikçe, insanlar günün daha fazla bölümünü çalışmaya ayırıyor, daha çok çalışıyor, çalışma-dinlenme süreleri giderek belirsizleşiyor. Diğer yandan teknoloji tüketim kültürünü değiştiriyor, oturduğumuz yerden tüketimimizi daha hızlı ve daha çeşitli hale getiriyor. Yine teknoloji, nakit araçla olan ilişkimizi zayıflattığı için, daha çok tüketim ve daha fazla borçlanmanın da yolunu açıyor.

Daha fazla sosyal ve mobil hayat:Sosyal olmak ve mobil olmak artık yaşamın vazgeçilemez gerçekleri. Şu anda arkadaşların arasında cep telefonu olmayan -yanlış anlaşılmasın cep telefonunu kaybetmiş değil, hiç cep telefonu sahibi olmamış- yalnızca bir kişi var. Herhangi bir sosyal ağda hesabı olmayan -bir tanesi de karım olmak üzere- yalnızca iki kişi tanıyorum. İlerleyen günlerde mobil ve sosyal uygulamaların gelişerek çeşitlenmesi kaçınılmaz. Özellikle akıllı telefonlara dayalı mobil bankacılığın ve ödeme sistemlerinin herkesin tahminlerinin ötesinde bir hızla yaygınlaşacağını, nakit ödemeden sonra kredi kartlarının da yerini hızla akıllı telefonlara birakacağını düşünüyorum.

Daha fazla metalaşma

Metalaşma olgusu kapitalist üretim biçiminin en büyük iç çelişkilerinden biri. Yaşadığımız dönemde, 1980’lerdeki kalite ve standardizasyon devrimiyle birlikte, ürün ve hizmetler belirli bir standarda kavuştu ve aynılaştı. Eş zamanlı yaşanan teknoloji devrimi ise, bilginin ışık hızıyla yayılmasna, ürün ve hizmetlerin hızla şeffaflaşmasına ve hızla kopyalanmasına neden oldu. Böylece ürün ve hizmetler, birbirinden farkı olmayan değer teklifleriyle tüketiciin karşısına çıkmaya zorlandı. Bunun sonucu, fiyat rekabetiyle birlikte karların hızla erimesi oldu ki, bu gelişme aynı anda hem ücretlerin düşmesini, hem de üretimin mekansal parçalanmasını beraberinde getirdi. Günümüzde pazarın yüzde 95’inden fazlasının “Kızıl Okyanuslar”dan oluşması büyük ölçüde bu metalaşma süreciyle ilgili. Önümüzdeki günlerde de bu süreci geriye döndürecek bir gelişme pek görünmüyor. Metalaşmadan kaçınabilmek ve kendi “Mavi Okyanus”unu yaratabilmek ciddi bir yaratıcı enerji gerektiriyor.

Daha fazla küresel ısınma

Bu durumu anlatmaya herhalde fazla gerek yok. Daha fazla yağmur, fırtına, kasırga, sel ve benzerleriyle boğuşacağız. Kimi yerde ölçüsüz yağmurlar kimi yerde sonu gelmez kuraklıklar kaderimiz olacak. Bu kürenin dengesini bozduk bir kere. Küre kendine gelene kadar çaresiz bekleyeceğiz ve bir şey olmamasını umut edeceğiz. Mücadele etmek zorunda kalacağımız şeylerin bence en zorlusu bu.

Daha fazla nüfus, daha fazla şehirleşme daha fazla sağlık ve beslenme sorunu

Bu yıl 7 milyarıncı insan dünyaya geldi. Elbette bu dünyada herkese yer var, ama bu Dünya da sınırsız değil. Hani daha az tüketsek, doğayla uyumlu yaşasak, biraz aklımızı kullanıp yaşam kaynaklarımızı kirletmesek, bu dünya yedi değil, on dort milyar insanı da kaldırır, ama daha oralara gelemedik. Hızla şehirlere toplanıyoruz, şehirdeki yaşamı zorlaştırıyoruz, sentetik ve genetiği değiştirilmiş gıdalarla, beslenme sorununa çözüm arıyoruz, beceremiyoruz. Toprağı yok ediyoruz, verimsizleştiriyoruz, ormanları ve verimli tarım alanlarını şehirleşme uğruna tahrip ediyoruz. Önümüzdeki günlerde bu konularda daha fazla araştıracağız, çalışacağız ve konuşacağız.

Yıl bitti ama yazı bitmedi. İkinci soru grubunu, yani yapmamız gerekenleri bir sonraki yazıya bırakıyoruz.

Herkese ailesi ve sevdikleriyle birlikte önce sağlık, sonra mutluluk, sonsuz özgürlük, önce düşünsel, sonra da gerektiği ve yeteri kadar maddi zenginlik diliyoruz.
Mutlu yıllar!

 

“Bizi bekleyen gelecek-1” üzerine bir yorum

  1. O kadar hızlı gidiyoruz ki durup düşünmeye bile zamanımız kalmadı… Birileri bizi bir yere sürüklüyor, modaydı, trendlerdi, yeni yaşam ve iş yapış biçimleri, medya, sosyal mecralar, ikonlar, rol modeller, tanrılaşmış ve köleleşmiş insanlar, teknolojik gelişmeler, ihtiyaç dışı üretilen fazla ürünler, ekolojik dengenin bozulması, daha çok zengin olmak adına insanların zayıflıklarından faydalanılması vessaire vessaire

    Nereye gidiyoruz arkadaş!

    Bir mağaraya kapanıp 40 gün boyunca durup düşünmek istiyorum bütün bu olup bitenleri… Tüm bildiklerimi unutup yeniden öğrenmek istiyorum. Neleri ıskaladığımı, aslında ne olmak istediğimi, nelere ihtiyacım olduğunu, neleri sevdiğimi yada sevmediğimi, yeteneklerimi, Tanrı’yı, kendimi, bizden önce dünyada yaşanılanları, diğer coğrafyalarda yaşayan insanları, gelecek nesli, havayı, suyu, bitkileri, hayvanları, egolardan arındırılmış gerçek dini, gerçek sanatı, bilmek ve hayatımın içine entegre etmek istiyorum.

    Sanırım bu konuda bir birimizle konuşmaya, gerçekleri söylemeye bıkmadan usanmadan anlatmaya ihtiyacımız var… Yoksa bu tekerlek bir yerde patlayacak. doğa da, insanlık da, hayvanlık da sos veriyor. Virüslerimizi temizleyip, yeni bir hayata merhaba demek gerekiyor.

Yorum yapın