Geride bıraktığımız hafta, 12 Eylül cuntasının lideri Kenan Evren‘in ölümüyle 12 Eylül döneminden sıkça söz ettik. Ben de Twitter hesabımdan konuyla ilgili düşüncelerimi sıkça paylaştım. Ancak 12 Eylül ve Kenan Evren bu kadar gündeme gelince, yalnız Kenan Evren’i değil, ona eşlik eden başka “ünlüleri” de hatırlamadan geçmek olmaz diyerek bir kısa liste çıkardım.
Bu figürler, ben ve benim gibi darbe yıllarında büyüyenler için -şimdi hatırlayıp dalga geçsek de- oldukça travmatikti. Hemen söyleyeyim, buradaki seçki tamamen sübjektiftir. Ülkeye verdikleri zarara göre değil, antipati ve sevimsizlik ölçüsüne göre bir seçim yaptım.
İşte 12 Eylül dönemine damgasını vuran ve bizlerin ruhunda bayağı hasar yaratan 6 figür…
1- Kenan Evren
Elbette 12 Eylül darbesinin baş rol oyuncusuydu. Milli Güvenlik Konseyi’ndeki (MGK) diğer sevimsiz kuvvet komutanları -ki gerçekten çok inanılmazlardı- arkada veya iki yanında otururken o, önde veya ortada mütemadiyen konuşurdu. Kendisinin ülkenin kurtarıcısı olduğuna gerçekten inanır, sürekli miting yapar ve her konuda doğruyu bildiğini düşünürdü. Kur’an’dan ayetler okur, tefsir ederdi. Fıkıh, hukuk, tarih, siyaset, her ilmin alimiydi. “Asmayalım da besleyelim mi?” gibi derin felsefi sorular sorar, “Bir sağdan astım, bir soldan” diyerek ülkeye derin bir adalet duygusu nakşederdi. Anahtar kelimesi “Netekim”di. Gittiği her yerde halka “Hemşehrilerim” diye hitap ederdi. Atatürk’ü taklit ederken Devrek bastonunun tanıtımına da büyük katkı sağladı. Cumhurbaşkanlığı’nın sonuna doğru 1987’de, o dönemde yeni açılan İstanbul Borsası çökünce borsanın temelli kapatılmasını da istemişti, ancak bu isteği dönemin başbakanı Turgut Özal cephesinde kabul görmediği için bir türlü gerçekleşemedi.
2- Orhan Aldıkaçtı
İki yılda yazılan, otuz iki yılda düzeltilemeyen 1982 anayasasını hazırlayan anayasa profesörüydü. MGK tarafından tayin edilen Danışma Meclisi’nde Anayasa Komisyonu Başkanı‘ydı. Aldıkaçtı da “Ülkede kimin borusu ötüyorsa ona uygun anayasa yazarız” ekolündendi. Yaptığı işi televizyonda gazetelerde yıllar boyunca savundu. Neden söz ettiğimi anlamanız için 82 Anayasası’nın “Başlangıç” bölümünü ilk kabul edilen haliyle okumanızı tavsiye ederim, başka sözüm yok.
3- Turgut Sunalp
MGK’nın devamı olarak seçimlere girmek üzere Milliyetçi Demokrasi Partisi‘ni kuran ve başkanlığını yapan emekli bir orgeneraldi. “Hayır” denmesi yasak bir referandum kampanyası sonucu anayasayı yüzde 92’yle kabul ettiren Kenan Evren, “Bizim devamımız olan bir partiye oy verin” dediği halde yalnızca yüzde 23 oy alabildi. 20 santim uzunluğunda purolar içerdi. Gözaltındaki mahkümlara copla tecavüz edildiği iddialarına karşılık “Bizde taş gibi delikanlı oğlanlar var, yirmi yaşında, yirmi bir yaşında… yani kalkıp da bu yoldan işkence yapacaksa, copa müracaat etme ihtiyacını hisseder mi?” diyecek kadar derin bir mantık ve izan sahibi bir insandı.
Irak Türkmenlerinden, Erbil’li oldukça varsıl bir aileye mensup, bilim dünyasında saygın bir yere sahip, çocuk doktoru bir profesördü. Bilkent’in ve diğer bazı önemli vakıfların kurucusuydu. 1981’de YÖK‘ün kurucu başkanı olmayı kabul etmeseydi muhtemelen de bu özellikleriyle hatırlanırdı. YÖK başkanlığı döneminde üniversite özerkliği kavramını tamamen ortadan kaldırdı, sol görüşlü öğretim uyelerini, sakal bıyık gibi sudan gerekçelerle işlerinden ayrılmak zorunda bıraktı. Üniversiteleri bilimsel faaliyetten çok, resmi ideolojinin yeniden üretildiği kurumlar haline getirdi. Bu icraatları sonucunda İhsan Doğramacı’nın kamuoyunun hafızasına kazınan görüntüsü, Nokta Dergisi‘nin 23 Mart 1986 tarihli kapağında İstanbul Üniversitesi’nin tarihi kapısını alafranga tuvalet olarak kullanır şekilde resmedildiği kolaj oldu.
Evet, hiç şaşırmayın, şarkıcı Müşerref Akay bizzat 12 Eylül döreminin en travmatik figürlerinden biriydi. Tek televizyon kanalının bulunduğu dönemde her akşam ana haber bülteni sonrasında ay yıldızlı kırmızı elbisesiyle -ki televizlon siyah beyaz olduğu için rengini göremezdik ama bilirdik- icra ettiği “Türkiyem” şarkısı yayınlanırdı. “Kahraman ırkıma sızmış ihanet” diye başlayıp “Atamın gösterdiği ilkelerle coşalım onun gösterdiği hedeflere koşalım” diye devam eden şarkı, gözaltı ve hapisanelerde de dinletilirdi. Yani ne içeride ne de dışarıda bu şarkıdan kaçamazdınız. Televizyona baktığınızda kendinizi Hitler Almanyasında gibi hissederdiniz ki, aşağı yukarı durum öyleydi. Bu konuyu 1981’de kapağına taşıyan Gırgır dergisi bir ay süreyle kapatma cezası almıştı.
6- Ertürk Yöndem
Evet ne yazık ki televizyonun tek kanal olduğu yıllarda TRT yapımcısı Ertürk Yöndem‘in televizyon ekranlarından “Terörle mücadelesine” tanık olmak zorunda kaldık. 90’lı yılların gençlerini de hayata küstüren meşhur fon müziğiyle devletin yakaladığı “teröristler”e jandarma eşliğinde “pişman olduğunu” söyletir, suçlarını tek tek itiraf ettirirdi. Haftanın kaç akşamı televizyona çıkardı hatırlamıyorum, ama engizisyon sorgucusu gibiydi. Programları TRT arşivlerinde mevcuttur. Her bir programı gazeteciliğin nasıl yapılmaması gerektiği konusunda birer doktora tezi kıymetindedir.
Ve bir de bonus
7- Necdet Calp
1983 seçimlerine girecek tüm adaylar ve partiler MGK tarafından incelendi ve beğenilmeyenler veto edildi. Bu süreçte sosyal demokratlar veto yediği için sol kanadı temsil etme görevi de Necdet Calp‘e düştü. Oysa Calp, içişleri bürakrasisinden gelmiş ve saçimlere kadar darbe dönemi hükümetinde başbakanlık müsteşarlığı yapmış bir isimdi. Yani ne solla ne de sosyal demokrasiyle bir ilgisi vardı. Biz kendisini Özal’la TV’de yaptığı “Boğaz köprüsünü sattırırım-sattırmam” tartışmasında tanıdık. Necdet Calp oldukça kısa süren siyasi yaşamında, kısa bir zaman dilimi içinde bile olsa dönemin gençleri arasında sosyal demokrasi ve sol konusunda ciddi kafa karışıklığına neden oldu.